26 Mart 2012 Pazartesi

Gıda Mühendisleri Odası ve içinde bulunduğumuz durum ( Oğuz Pelikli)



Gıda Mühendisleri Odası ve içinde bulunduğumuz durum...

Oğuz PELİKLİ
 24 – 25 Mart 2012 tarihlerinde Gıda Mühendisleri Odası’nın 9. Olağan Genel Kurulu’nu tamamladık. Keşke hepimize hayırlı olsun diyebilseydim. Odamız her geçen gün biraz daha güç ve zaman kaybediyor. Peki neden böyle dedim izninizle bunu açıklayayım (yazım biraz uzun ama sonuna kadar okuyabilirseniz, mesleğimizin ve Odamızın içinde bulunduğu durumu çok daha net anlatabileceğim):


Odamızın 7 şubesi ve 16 ilde temsilciliği bulunuyor. 8. Dönem çalışma raporunda belirtildiği gibi Yönetim Kurulu geçtiğimiz 2 yıllık süreç içerisinde bu 16 temsilciliklerden sadece 8 tanesine ziyarette bulunmuş, toplantı ve atamalarını yapabilmiştir. Diğerlerine neden gidilemediği sorulduğunda Oda merkezindeki işlerin yoğunluğu gösterilmiştir. İşte tam bu nokta Odamızın olduğu gibi Türkiye’nin de temel sorunudur. Örgütümüz için ne 7 şube ne de 16 temsilcilik yeterli değildir. Bütün illerimizde hatta büyükşehirlerimizde ilçelerde bile örgütlenmeliyiz. 16 temsilciliğe bile yetişemeyen Genel Merkezin örgütlülüğü bu noktaya taşıyabilmesi mümkün değildir. Ankara da ki merkeziyetçi bürokratik zihniyet ile odamızın hiçbir şekilde örgütlenmesini genişletemeyeceği açıkça görülmektedir. Ankara (Genel Merkez) birkaç tane profesyonel çalışan ve 7 kişilik Yönetim Kurulu ile tüm Türkiye deki şube, temsilcilik ve öğrenci kollarının işlerine yetişebilmesimümkün değildir. Genel Merkez içinde bulunduğumuz bu durumda örgütü yönetmek veya yönlendirmekten ziyade sadece onların evrak ve bazı ihtiyaçlarını karşılayacak kadar iş yapabilmektedir. Bu da bu yapı ile olabilecek en iyi sonuçtur ki bunu bile yapamadığıtemsilciliklerin ve şubelerin durumundan açıkça belli olmaktadır.


Meslek örgütümüzün gelişmesi için tabiri caizse basit işlerle uğraşan değil (tabiî ki bunlar yapılacak ama ana görev olarak değil) gıda mühendisliği mesleği ve içinde bulunduğu durum hakkında politika üreten bir merkeze ihtiyacımız var. Şimdi soruyorum sizlere; diğer odalar kamu da ve özel sektörde çalışanlarına her geçen gün yeni istihdamlar yaratırken odamız neden bu konuda yetersiz kalmaktadır. Nedeni basit, çünkü bu konuda bir “İstihdam Politikası” yoktur. Bu politika çerçevesinde yapılan çalışmalar yoktur. 8. Dönem çalışma raporunda göreceğiniz üzere istihdam adına yapılan şeyler birkaç kurumla yapılan yazışmalardan ileri gidememiştir.  Veteriner hekimler yeni çıkardıkları kanunla talebi karşılayabilmek için veterineri nereden bulacağız diye düşünürken, kpss’ye giren veterinerler neredeyse taban puandan atanırken Gıda Mühendisleri 85 üzeri puanlarla atanamamaktadır. Özel sektördeki mühendis arkadaşlarımızın özlük hakları ve bulundukları yerlerde yaşadıkları sıkıntılar açıkça ortadadır.


Kanayan bir diğer yaramız, Gıda Mühendisleri eğitimindeki sıkıntılardır. Her yıl altyapı ve akademik kadroları yeterli mi yetersiz mi diye bakılmadan yeni bir gıda mühendisliği bölümü açılıyor mevcut olanlarında öğrenci sayıları anlamsızca arttırılıyor Bu konuda Odamız ne yapıyor veya ne gibi bir sonuç elde etti? Kocaman bir HİÇ. Neden? Çünkü Gıda Mühendisliği eğitimi konusunda bir “Eğitim Politikamız” ve bunun çerçevesinde yapacağımız proje ve çalışmalarımız yok.


Bu iki sorunumuz dışında da birçok sorunumuz var ama Genel Merkezimiz şube ve temsilciliklerin evrak ve ihtiyaç karşılama işlerinden Gıda Mühendisliği için politika üretecekzamanı bulamamaktadır. İşte tam bu noktada merkeziyetçi zihniyetin sonuçları net olarak görülmektedir. Peki, bunun çözümü nedir? Genel Merkeze daha fazla profesyonel almak mı? Yönetim Kurulu’nda ki kişi sayısını artırmak mı? Genel Merkez’e takviye olarak 10 değil 20 çalışan dahi alsanız, 7 kişilik Yönetim Kurulunu 21 kişi dahi yapsanız sonuç değişmeyecektir. Bunun tek ve kalıcı bir çözümü vardır. Temsilciliklerin basit evrak işlerini ve temel ihtiyaç karşılama işleri Genel Merkez tarafından örgütlenmede ileri noktalara gelmenin göstergesi olan şubelere devretmelidir. Merkeziyetçi zihniyetten kurtulmalıdır. Şube etkinlik alanı ile Temsilcilikler temel ihtiyaç ve evrak takiplerini şubeler aracılığı ile yapıp Genel Merkezin üzerinden ciddi bir yükü almalıdır. Genel Merkezde yaratılan bu uygun zaman ile enerjisini politika üretmeye Gıda Mühendislerinin temel sorunları ile uğraşmaya ayırabilir. Şöyle basitçe anlatayım: Manisa’da oturan bir üyenin işini halletmesi için İzmir’mi daha yakın yoksa Ankara’mı daha yakındır. Bandırma ve Bilecek’teki bir üyenin işini halletmesi için Bursa’ya mı yoksa Ankara’ya mı gitmesi daha kolay? Osmaniye de ki bir üye için Adana’mı daha yakın yoksa Ankara’mı? Burdur veya Isparta’daki üye için Antalya’ya mı gitmek daha kolay yoksa Ankara’ya mı gitmek daha kolay? Şöyle de açıklayabilir: İzmir’e çevresindeki birkaç ilin işinin gelmesi mi daha ağır yük olur, yoksa Bütün illerin işlerinin Ankara’ya mı gelemsi daha ağır yük oluşturur? Şube etkinlik alanı ile hem üyelerin sıkıntılarına daha kolay ve hızlı cevap verilirken hem de genel merkezin üzerinden ciddi bir yük alınmış olacaktır.


Bu sorunları halletmek bu kadar kolayken neden bu konuda hala merkeziyetçi bir sistem uygulanmaktadır peki? Bunun 2 temel nedeni var.

1. Neden
: Genel Merkez ülkedeki oluşumların hepsinin kendi kontrolü altında olmasını istiyor. Ben her yeri sıkı kontrol altına almazsam, bu temsilciliği şunlar alır, bu temsilciliği bunlar alır endişesi ile aman küçük olsun benim kontrolümde olsun zihniyetinden vazgeçememektedir.Oda hiçbir siyasi parti veya düşüncenin arka bahçesi değildir. Hiç kimse kendi siyasi fikirlerini odanın fikri gibi dayatamaz veya dillendiremez. Tabi ki herkesin siyasi düşüncesi vardır. Ama bu meslek örgütü şahısların siyasi düşüncelerinin üstündedir. Sen siyasi görüşü yüzünden birilerini dışlarsan açıkça siyaset yapmış olursun. Bu oda dar görüşlü yapıdan kurtulmalıdır. Kimsenin oda bünyesinde siyaset yapmasını istemiyorsan sende yapmayacaksın ki buna olanak verme. Bunun siyasi görüşü şu, bu yüzden aman bu adamlar oda içinde aktif olmasın gibi bir düşünce odanın içinde siyaset yapmanın ta kendisidir. Bu yaratılan korku cumhuriyeti ile aman küçük olsun bizim olsun zihniyeti güdülmektedir. Üyelerin siyasi görüşüne bakmaksızın elini taşın altına koymak isteyen herkese Oda eşit mesafede olmalıdır. Bu duruma gelemedikçe bu Oda hiçbir zaman tüm Gıda Mühendislerinin Odası olamayacaktır. Tabi ki herkesi kucaklarken kimsenin de oda bünyesi altında siyaset yapmasına izin verilmemelidir. Eğer genel merkez olarak herkese eşit mesafede durup siyaset yapmazsan normal üyelerden kimsede siyaset yapma gereği duymaz. Kimsenin siyaset yapmadığı bir ortamda sadece siyasi çıkarları için oda bünyesine girmeye çalışan kişilerde herkes tarafından dışlanacaktır zaten.


2.Neden
: Oda bünyesinde bazı şubelerin sorumluluktan kaçmalarıdır. 9. Olağan Genel Kurul tutanaklarından da net bir şekilde görebileceğiniz üzere bazı şube başkanları, “Ben şehrimdeki üyelerime zaten yetişemiyorum, şehrimdeki üyelerim dururken Bilecik teki üyelerle ilgilenmeyi istemem ” manasına gelen konuşmalar yapabilmektedir.  Bu noktada şube ve temsilcilik arasındaki temel farkı anlatmak isterim. Şube ve temsilcilik arasındaki temel farklardan biritemsilcilik Genel Merkez tarafından atanırşube yönetim kurulları o ildeki üyeler tarafından seçilir. Bir temsilciliği şube olabilmesi için 250 veya üzerinde üyesi bulunması ve Genel Kurula üye sayısının en az 2/3’nün imzasını içeren bir talep ile gelmesi akabinde Genel Kurul kararı ile şube olunabilir. Peki, bir temsilcilik neden şube olmak ister? Şube olmak isteyen temsilciliklerdeki üyelerin “ben sayı ve faaliyet olarak o kadar arttım  üyelerimde o kadar aktif ki bak üye sayımın 2/3’ne ulaşabiliyor ve iletişim içindeyim. Bu yüzden 250’den fazla üyenin olduğu bir ortamda bu kadar üyenin, Genel Merkez tarafından atanan bir kişi tarafından yönetilmesi anti demokratiktirBen seçme ve seçilme hakkımı talep ediyorum” demesidir. Sen bu taleple geldikten sonra nasıl oluyor da ben ilimdekilere bile yetişemiyorum diğer iller beni ilgilendirmez diyebilme lüksünü kendinde görüyorsun. Mesleki örgütte her koyun kendi bacağından asılır gibi bir zihniyet nasıl olabilir. Örgütlülükte bu noktaya gelmiş şehirler tabi ki elini taşın altına sokup diğer illerdeki temsilciliklere yardım etmek zorundadır. Kimse ben Bilecik teki üye ile ilgilenmek yerine Karacabey’de temsilcilik açmayı tercih ederim diyemez. Örgütlülükte o noktaya gelip o koltuğa aday olup seçildiyseniz Karacabey’de temsilcilikte açacaksınız, Bilecik teki üyelerle de ilgileneceksiniz. Beni sadece benim şehirim ilgilendirir diğerleri benim önceliğim değildir zihniyetinin hakim olduğu bir ortamda bu Oda hiçbir zaman ilerleyemez.



Dar görüşlü, merkeziyetçi, aman küçük olsun benim olsun zihniyetindeki bir Genel Merkez ve elini taşın altına sokmak istemeyen şubeler zihniyeti ile bu Oda hiçbir zaman Gıda Mühendisliğinin sorunlarına çözüm üretemez.


Bunları okuduktan sonra içinde bulunduğumuz zor durumdan kimsenin şevki ve isteği kırılmamalı tam aksine bu Oda o dar görüşlü, merkeziyetçi ve kendi rahatı için sorumluluktan kaçan zihniyetteki insanların olduğu kadar, mesleği için bir şeyler yapmak isteyen bizlerinde Odasıdır. Lütfen mesleğimiz ve Odamızın geleceği için ilinizdeki temsilcilik ve şubelerde daha aktif rol alın, Genel Kurullar için delege olma talebinde bulunun ki, Odamızı bu görüşlerden kurtaralım ve mesleğimizin önünü açalım. Odamız bu 9. Olağan Genel Kurulla geleceğinden bir iki yıl daha kaybetmiştir. Ama önümüzde daha çok iki yıllar vardır.


 Sizlerin desteği ile mesleğimiz ve odamız hak ettiği yerlere gelecektir. “Aman bana ne” veya “ben ne yapabilirim ki” diye düşünmeyinDuyarlı, tarafsız ve demokratik bir şekilde oralarda bulunmanız bile bu insanlara gerekli cevabın verilmesi için yeterli olacaktır.

LÜTFEN ÖRGÜTÜNÜZE SAHİP ÇIKIN
Kaynakhttp://www.gidagundemi.com/
26 Mart 2012 

3 Mart 2012 Cumartesi

Tam buğday ekmeği için sempozyum




Tam buğday ekmeği için sempozyum

Büyükşehir Belediyesi Halk Ekmek Fabrikası, “Tam Buğday Ekmeği Yaygınlaştırma” konulu sempozyum düzenleyecek.













Baştan Ankara Valiliği olmak üzere bazı bakanlıklar, üniversiteler, Endüstriyel Fırıncılar Birliği ve sivil toplum kuruluşlayıryla birlikte gerçekleştirilecek olan sempozyum, 6 Mart Salı günü Rixsos Grand Hotel’de yapılacak.
Düzenleme Komitesi Başkanlığını Halk Ekmek Fabrikası Genel Müdürü Ali İlkbahar’ın yaptığı sempozyuma, kurum ve kuruluş temsilcileri ile ilgili bilim adamları konuşmacı olarak katılacak. Oturum başkanlıklarını Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Başkanı Prof. Dr. Hamit Köksal ile Ege Üniversitesi Prof. Dr. Sezgin Ünal’ın yapacağı sempozyum bir gün sürecek.
Hurriyet
03.03.2012

Organik yumurtayla Elazığ’dan çıktı Almanya yolu göründü



Organik yumurtayla Almanya yolu göründü

Organik yumurta üretimiyle Almanlar’ın dikkatini çektiklerini belirten Umut Yumurtacılık Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Gülmez, “Türkiye, tavukçulukta önemli adımlar atıyor. Alman şirketler bizim markamızla üretim yapmak istiyor. Çalışmalara başladık” dedi.

Yumurtacılık, Almanya’da üretime geçmeye hazırlanıyor. Geçtiğimiz aylar içerisinde Almanya’da bir fuara katıldıklarını belirten Umut Yumurtacılık Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Gülmez, “Fuarda, organik yumurta markamız Flotty’ye büyük ilgi gösterdiler. Alman bir şirket ortak üretim teklif etti. Bunun yanında Flotty’nin ambalajına da talipler. Şu anda görüşme halindeyiz. Anlaşmaya varılacağını düşünüyoruz” dedi.
‘Mutlu tavuk’ kümesiGeçen yılın sonunda “cage free” sistemi ile kümes yatırımı yaptıklarını anlatan Gülmez, şöyle konuştu: “Cage free (kafessiz) şu anda tüm Avrupa’nın geçmiş olduğu hayvan refahının sağlandığı yumurta üretim tesislerine deniyor. Tarım Bakanlığı’nın yayınladığı genelge ile tüm şirketler 2015 yılından itibaren bu sisteme geçmek zorunda olacak. Sistemde hayvanın hareket alanı genişliyor. İstediği gibi uçup, dolaşabiliyor. Talaşların üzerinde geziyor. Bu sistemle kurulmuş olan kümeste 40 bin tavuğumuz bulunuyor. 2015 yılına kadar standart kümeslerdeki tavuklarımızın hepsini cage free kümeslere alacağız. İlk aşamada 1 milyon Euro yatırım yaptık. 2015’e kadar toplam 10 milyon Euro daha yatırım yaparak 500 bin tavuğa ulaşacağız. Tüm tavuklarımızı cage free standartlarına göre yumurtlatacağız. Bir bölümü yine organik şartlara uygun kümeslerde bulunacak.”
Piliç de üretecekŞu anda test aşamasında olan bir de tavuk yetiştirme tesisi kurduklarını kaydeden Gülmez, şöyle devam etti: “İleride yumurtanın dışında piliç üretimi de yapma planımız var. Henüz netleşen bir şey yok ama bu konuda da aşama kaydettik. İleride bu alanda da yatırımlarımız olacak. Bunun dışında gübre üretim tesisi de açtık. Buradan diğer şehirlere farklı sektörler için gübre üretiyoruz.”
Cirosu 10 milyon lira
ÇİFTLİKTE 400 bin tavuklarının bulunduğunu belirten Umut Yumurtacılık Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Gülmez, şunları söyledi: “3 ayrı çeşit üretim gerçekleştiriyoruz. 48 bin adet organik yumurta üretimi yaptığımız tavuğumuz var. Organik yumurta markamız Flotty. 2011 yılında toplam 72 milyon adet yumurta satıp, 10 milyon TL ciro yaptık. 2012 yılında hedefimiz 17 milyon TL ciroya ulaşmak. 180 bini aşkın konvansiyonel kümeslerde yer alan tavuklarımızı da ‘cage free’ kümeslere alacağız. 40 bin adet tavuğun bulunduğu ‘cage free’den aldığımız yumurtaları da Green Ranch markası ile satışa sunduk.”
Organik yumurta tüketimi yüzde 1
TÜRKİYE’deki yumurta tüketim alışkanlıklarına ilişkin bilgi veren Cengiz Gülmez, “Organik yumurta, elbette diğer yumurtalara göre çok daha sağlıklı ve lezzetli. Ancak Türkiye’de henüz böyle bir kültür oluşmadı. Şu anda toplam tüketimin yüzde 1’i civarında. Bu alandaki üretimimizi önümüzdeki dönemde tüketicinin kullanımına göre şekillenecek. Biz organik yumurta üretmekten keyif alıyoruz ancak şartları piyasa belirliyor. Cage Free sistemindeki yumurtalar organik değil ancak tavukların doğal yaşamlarına yakın bir ortam oluşturularak alındığı için çok daha lezzetli oluyor” diye konuştu.
Migros bizi çok destekledi
TÜRKİYE genelindeki bütün büyük marketlerde ürünlerinin satıldığını anlatan Umut Yumurtacılık Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Gülmez, “İstanbul’da katıldığımız ilk fuarlardan bir tanesinde Migros’un satın alma müdürü, ‘Çok güzel işler ortaya çıkarıyorsunuz. Yolunuzdan şaşmayın. Şimdi küçüksünüz ama Migros bir çok küçük şirketi büyüttü’ dedi. Bizim o günden bu yana Migros’a karşı hep bir duygusal bağımız vardır. Ulusal marketlere girdiğimiz 2008 yılından beri satışlarımız 16 kat arttı” dedi.
HurriyetMert TEMİZKAN
3.03.2012

Turkish Coffee / Türk Kahvesi




Coffee has created its own “culture” in Turkey are the famous words of the great Turkish 20th century poet, Yahya Kemal. A little bit more than a casual visit to Turkey would convince anyone that this is the case.

Coffee for Turks is not simply a drink, but has its own history, its institutions (coffeehouses), its rituals, its own rules of when and how to drink it, and even a tradition of fortune-telling by reading the coffee grinds deposited at the bottom of a traditional Turkish coffee cup… Most Turks would find it superfluous to call it Turkish coffee: coffee is Turkish coffee.

Turks were introduced to coffee over four and a half centuries ago. A short while after a governor to Yemen brought back to Istanbul and introduced to the Ottoman capital beans of Coffee Arabica, the metropolitan city was teeming with coffeehouses. Within a century, first Venice, than London and Paris were introduced to coffee via the Ottomans, which naturally acquired its epithet “Turkish” to become “Turkish coffee”.


Shortly after coffee was introduced to the Ottomans in 1543, it became so popular so quickly that coffeehouses were opened and small shops opened specializing in roasting coffee. Coffee roasting is called “tahmis” and to this day there is a street called Tahmis in the Eminonu neighborhood in Istanbul where the so-called Egyptian spice bazaar is located. Its name derived from the coffee shops located on this street 460 years ago.

Let’s go back to what the poet said: What would a “culture” created by coffee mean (“kahve medeniyeti” in Turkish, which is hard to translate since the expression denotes something that extends beyond the more restrictive term “culture”)? Is there such thing as “culture” when it comes to coffee? We cannot answer this question directly without going into the whole experience of coffee. We will therefore approach it from various angles. First its ritualistic element:
Why would coffee be associated with rituals or ceremonies? In its first aspect, this refers to the special way of making Turkish coffee. The etiquette that has developed around coffee-making, even though it has changed somewhat from former times, constitutes a set of rules coffee lovers still try to adhere

A second aspect of the ritualistic element in Turkish coffee refers to certain traditional elements that have been woven into it. One strong tradition dictates the typical (and also, to some extent, stereotypical) situation where the family of a young man visits the family of the bride-to-be to ask for their permission for their marriage. The girl whose hand is sought is supposed to bring coffee on a coffee tray, and traditionally this is the only time she has a say in the whole affair. The vote she casts is expressed in terms of how sweet the makes the coffee, ranging from extra sweet (a definite yes) to “no sugar” (a definite no), and at times to salty coffee, a step shorter than not appearing at all.

This tradition notwithstanding, to sweeten coffee with sugar is a relatively new usage (“new” considering a tradition of about four and a half centuries.). Turks used to drink their coffee without any sugar. Instead, it was customary to eat or drink something sweet either before or after the coffee, sweetened fruit juices known as sherbet, fruit preserves, Turkish delight, sultan’s paste, halva, or other confectionery.
Türk kahvesinin tarihçesi
Kahvenın kökeni olarak Habeşistan olarak gösterilmektedir. Zamanla kahve oradan Yemen'e geçmiş ve sonra da tüm Orta Doğu'ya yayılmıştır.

Osmanlılarda kahve
Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu'na gelişi konusunda iki hikaye vardır. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından (Halepli Hukm ile Şamlı Şems) İstanbul'a getirilmiştir.

Diğer hikayeye göre ise 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirmiştir. Yemen Valisi Özdemir Paşa, böylelikle Yemen'den getirdiği kahveyi saraya taşıyor. Türk kahvesini, sarayın görkemli salonlarında, 40 kişilik kadrolu kahveci ustaları tarafından özenle Sultan'a servis ediliyor. Harem'de cariyelere doğru kahve pişirme dersleri başlıyor.

Hangi hikaye gerçek olursa olsun, doğru olan nokta kahvenin ve kahve kültürünün hızla Türkler arasında yayıldığı. İlk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanıştı. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurdu.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyordu.
Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk kahvesi adını aldı.

Osmanlılardan Avrupa'ya
Türk kahvesine olan ilgi Osmanlı toprakları ile sınırlı kalmadı... 1615'te Venedikli ve 1650'de Marsilyalı tacirler de Türk Kahvesini dünyaya yayıyorlar. İtalyan gezgin Pietro della Valle tattığı ve hayran kaldığı içecekle ilgili değişik bilgileri arkadaşlarına anlatıyor. Ancak, bu tarihlerde kahve yaygın bir şekilde Avrupa'da tüketilmeye başlanmıyor. Zira bir yandan din, diğer yandan tıp adamları bu gizemli içecek hakkında hiç de olumlu yorumlar da bulunmuyor!

Türk kahvesinin Avrupa'da tanınmasını sağlayan bir diğer olay ise diplomatik bir girişim. 1669'da Osmanlı Sefiri Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa, Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa Krallığı arasındaki ilişkiler için Paris'e gönderiliyor. Süleyman Ağa'nın XIV. Louis'yi ziyareti pek güzel geçmese de Süleyman Ağa'nın Paris'te 20 kişilik maiyeti ile kaldığı sırada Türk kahvesini Paris sosyetesine ikram ediliyor. Ağa Paris'ten ayrılırken, kahvecisi Paris'te kalır ve bir kahvehane açar...

Fakat, Türk kahvesini Avrupa'ya esas kök salışının gerisinde bir savaş var... Avusturyalılar 1683'te Osmanlı Ordusu'nun Viyana Kuşatması sayesinde tanışıyor kahveyle. Viyana kapılarından geri çekilen Osmanlı Ordusu yaklaşık 250 kg kahveyi orada bırakıyor. Aslında, bu kahve çuvalları neredeyse Viyanalı askerler tarafından deve yemi sanıldıkları için Tuna'ya dökülecekti. Ancak, Türk kültürünü yakından tanıyan bir Avusturya ajanı olan George Kolschitzki, bu kahvelerle Viyana'da bir kahvehane açar...

Böylelikle, Türk kahvesi kültürü yavaş yavaş tüm Batı ülkelerine yayılmaya başlar...


Her ne kadar günümüzde "Yunan Kahvesi", "Ermeni Kahvesi" gibi taklit isimler altında başka ülkeler tarafından sahip çıkılmaya çalışılsa da Türk kahvesi, kendine has özellikleri ile yurdumuzda yaratılan ve buradan tüm dünyaya yayılan nostaljik bir tad olarak dünyadaki yerini almıştır...

1 Mart 2012 Perşembe

Targel Alımının Tarihi; Gıda Mühendislerinin Geleceği Belli Değil!



Gıda mühendisleri olarak gazetelere neden  bizden 2500 alım yapmıyorsunuz diye ilan vermedik, bu bakanlığın zihniyetini çok iyi bildiğimiz için olmayacak duaya amin demek olurdu. Bizler de gazetelere  ilan verdik hatta  Cumhurbaşkanlığı makamına çıktık ama bizi hesaba alan kim! Gıda Bakanlığı değil ! Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında öylesine kadrolaşma var ki ! bizim ne haddimize kadro istemek KPSS'den  yüksek puan alarak atanmak. Ziraat mühendisi Veteriner alır 50-60 puan  atanamadım diye huzursuzuz bekleyişten, ruhsal çöküntüden kurtulmak istiyoruz der;  Gıda Mühendislerine  tek tük  kadro açılır,  KPSS'den 85-86 ile  açıkta kalır  sesini çıkarmaz, İlanında  Gıda güvenliğindeki rolünden bahseder ama  hiçbir yetkili sırtını dönüp cevap verme tenezzülünde dahi bulunmaz.

Birileri çıkıp efendim elma ile armudu neden karıştırıyorsunuz ,mesleğiniz farklı alım sayınızda doğal olarak farklı olur diyebilir, bunun gibi düşünenlere cevap yazarım ama ilk önce  şu soruya cevap versinler : Sayısı 5000  olan  Gıda deneticilerinin neden %16'sı Gıda mühendisi?  Elma armut meselesi yapanlara sorarım elma ile karpuz karşılaştırılabilir mi?